27 Şubat 2018 Salı

Hasta Memnuniyeti




HASTA MEMNUNİYETİ


Hasta memnuniyeti; kulağa ne güzel ve ne kadar hoş geliyor değil mi? 

Hasta ve memnuniyet.. 

Hasta olmak kötü ama memnun olmak iyi.. Kavramsal olarak zıt durumlar hem de. 

Bir doktor arkadaşım ile yaptığım bir sohbet sonrası düşünmeye başladım; hasta memnuniyeti nedir diye. Hasta memnun olabilir mi? Ya da memnun olsa bile neden memnun olur diye?

Önce biraz teknik düşündüm; memnuniyet olsa olsa ihtiyaçların ve taleplerin karşılanması durumunda algılanan his olabilirdi. Sonra da biraz duygusal; doktor ile iletişim, güler yüz, biraz pışpışlanma naz alma (Toplumsal kültürümüz değişti çünkü). Sonra da belki de bunların hepsi memnuniyeti oluşturur ayırmak mümkün olmasa gerek dedim kendimce..

Peki hasta memnuniyeti bu mudur gerçekten? Hasta memnun olabilir mi? 

Sağlık hizmeti için evrensel bir kural vardır. Hizmeti veren ile alan arasında bilgisel olarak çok büyük bir orantısızlık var. Google'dan önce böyleydi en azından, Prof. Dr. Google sağ olsun bizi bu ayrımdan biraz kurtardı ama yine bu bir gerçek. 

İşte bu noktada şu soru akıllara gelebilir; "Terazi kolları bu denli farklı yükle doluyken, yukarıdaki kolda bulunan hasta, nasıl ihtiyaç ve talep belirleyebilir?" (Benim tedavim şu olmalı, tedavimde bunlar olmalı doktor bana bunları söylemeli vb.) Bu talepler karşılanmadan memnuniyet olur mu?

Ayrıca biliyoruz ki hastanelere çok yoğun hasta başvuruları var. Bu yoğunluk içinde hasta başına doktor görme süresi 3-5 dakika civarında.. Bu kadar kısa bir görüşmede etkili iletişim, hasta motivasyonu, güler yüze güler yüz sağlanabilir mi? Benim düşünceler yine burada tıkandı ve yine bunlar olmadan memnuniyet olmaz dedim.

Memnuniyet kavramı üzerinde fazla düşündükçe, memnuniyetin daha çok müşteri ile bağdaştığı yakıştırıldığı hissi kafamda canlandı. Hastalık, hastalar müşteri mi? Hastalarda memnuniyet olmak zorunda mı ki? gibi düşünceler oluştu kafamda. Ayrıca hasta memnun olabilir mi? 

Hastaya yapılan işlemleri göz önüne alalım; hastaya enjeksiyon yapılır, burnundan midesine uzanan hortum takılabilir, sonda takılabilir, endoskopi-kolonoskopi yapılabilir, kadın doğum masasında muayene edilebilir. Hasta bunları yaparken yaptırırken memnun olabilir mi? 

"Endoskopi yaptırdım doktorum gülüyordu, kolonoskopi yaptırdım benimle iyi iletişim kuruldu." Memnuniyet yani hasta memnuniyeti bu olmasa gerek.

Bu düşünceler neticesinde sağlık hizmetinde (sadece hizmet alan çerçevesinden baktığımızın da farkında olarak) hasta memnuniyetinin konu olarak uygun olmadığı kanaatindeyim.

Çünkü ülkemizde mevcut sağlık hizmetleri neredeyse ve tamamen tedavi edici hizmetlerden oluşmakta, koruyucu hekimlik - sağlığın geliştirilmesi gibi hizmetler ise gerçekçi olmak lazım; bir hayal gibidir.

Bu çerçeveden bakınca sağlık hizmetlerinden faydalanma, tamamen ihtiyaç durumunda başvurulan  bir zaruriyet gibi görünmektedir. Böyle bir zaruriyet durumunda da, memnuniyetten bahsetmek, memnuniyet aramak hiç gerçekçi değildir.

Sonuç olarak, sözü uzatmadan hasta memnuniyeti yerine hasta yararı, hastaya fayda sağlama daha mantıklı ve aranılabilir talepler olmalıdır.


27.02.2018
14:47









16 Ocak 2018 Salı

Duygusal Nasırlaşma





DUYGUSAL NASIRLAŞMA


     Bir insan hayatı boyunca kaç sefer annesini kaybeder? Ya da babasını? Kaç sefer abisini, ablasını ya da kardeşini kaybeder? Dayı, amca, teyze, hala.. Listeyi uzatmak mümkün tabi. Soru basit gibi aslında belki cevap da.. Böyle bir soru sorulur mu tabii ki sorulur ama önce amacına bakmak gerek..


     Soruyu genel olarak tekrar sorarak konu başlığımıza dönelim; 

     Bir insan hayatı boyunca bir yakınını kaybeder?

     Tıp eğitimi, çok yönlü normal eğitim sistemlerinden çok farklı bir eğitimdir. Konu olarak yoğun bilgi içeriği mevcut olmakla birlikte, tıbbi etik ve tıbbi deontoloji gibi adı çok ilgi çekici bir o kadar da garip bazı ders içerikleri de mevcuttur.

     Günümüzde eğitimi bazı yönleri eleştirilmeye başlansa da, genel olarak her tıp fakültesi mezunu yani her hekim bu eğitimleri almış, deontolojiyi ve etiği bilen kişilerdir. Uygulayabilir yada uygulayamaz, başarılı olur yada olamaz ama mesleki davranışını bu ilkeler çerçevesinde yapar..

     Onun içindir ki, bir hekim, ettiği yeminle, dil-din-ırk-cinsiyet gibi farklılıkları önemsemeksizin her hastaya eşit ölçüde yakın ve özverili davranmaktadır. Muayene edilen her kişi, bir anne, bir baba, bir abi, bir abla, bir kardeş, bir ..... dır. 

     Hekimliğin her branşında hasta muayenesi yok, muayene yapılan her branşta acil ve ağır hasta muayenesi yok doğru ama pratisyen hekimlikte çoğu hekimin acil servislerde çalıştığını varsayarsak, kalp ve/veya solunum durması ile bize başvurmuş hasta ile karşılaşmamız çok yüksek ihtimaldir. Bu hastalara acil servislerde acil servislere çok yoğun bir efor sarf edilerek müdahale edilmektedir. Sanki kendi anne, baba, abi-abla-kardeşi gibi.. Ekipteki herkes aynı önemle bu müdahaleye katılır. Bu hastaların bazıları yapılan bu müdahaleye cevap verdiği gibi bazıları cevap vermez ve hasta kaybedilir. İşte en başta bahsettiğim o nokta da buradadır. Kaybedilen her hasta; bir anne, bir baba, bir abi-abla-kardeş vs.dir. Gerek verilen mücadelede sarf edilen efor, gerek alınan tıbbi etik ve deontoloji ilkelerine bağlılık ile, mücadele veren ekip için o hasta/hastalar da kendi yakınının kaybı gibidir. 1-2-3-5 derken sayı unutulacak kadar fazla artabilir.

     İnsan böyle acıları kaç defa yaşayabilir? Normal bir insan belki 1 defa ama bir sağlık çalışanı, bir hekim belki sayısızca.. Yük ağır ve kayıpları yaşamak zor tabi herkes için böyle. Bu yükün ağırlığı ister istemez kişiyi bir yola iter; hissizleşme - duygusuzlaşma. Bu yola girmeden sağlık çalışanının rahat ve uzun süreler çalışması hayattan zevk alması çok zordur.. Yapılması gereken basit guyguları kapatmak yani işte başlıkta da yazdığım şekliyle; duygusal nasırlaşma.. 




16.01.2018
      
     

6 Ocak 2018 Cumartesi

Tekrar Merhaba!







Tekrar Merhaba..



Dünya hali, iş-güç. Elde olan-olmayan sebeplerle yazmaya başlayıp kısa süren yazı macerama tekrar geri dönme kararı aldım. Tabii ki boş zaman olarak geçmedi. Okumalar, not almalar, yeni projeler.. Hep aklımda kısa notlarım hep yanımdaydı. Artık yavaş yavaş paylaşımlara başlayabilirim.. 

Şimdilik sadece kısacık bir merhaba..

Kendime merhaba, tekrar başlangıcıma merhaba.. Olmayan okurlarıma, olmayan takipçilerime merhaba.. 


06.01.2018

6 Kasım 2016 Pazar

Beslenememe Alışkanlıklarımız




Beslenememe Alışkanlıklarımız



Bizim insan olarak bir özelliğimiz var, artık fıtrat mı diyelim bilemiyorum ama bir şeyi kabul etme ya da reddetme söz konusu olduğunda herşeyiyle kabul hada herşeyiyle reddederiz. 

Birşey ya tamamen iyidir, yada ne yaparsa yapsın gözümüze giremez bir türlü.. 

Beslenme alışkanlıklarımız da böyle değil mi?

Sürekli ve sürekli diyet yapıp sağlıklı beslenmek niyetindeyizdir, yapmasak da hiç geçmeyen bir istek.. 

Olur da bir yerde "start" verdiğimizde içerik değişmez genellikle benzerdir; "Bundan sonra ekmek yemiyorum, Yağ tüketimini sıfıra indirdim, Şeker ve Karbonhidrata hayır, Artık protein ile besleniyorum!" vb. cümleler yabancı değildir. Aslında bana da :)

Oysa ki bu tür beslenme kilo kaybettirse de çok sağlıksız ve vücuda zarar veren bir beslenme türüdür.. Biraz teknik bilgi verelim..

Normal beslenmemizde, %50-55 karbonhidrat, %20-30 yağ, %15-20 protein içerikli gıdalar olmalıdır. Bu oranlar neden önemli? Çünkü vücudumuz bunları kullanıyor.. 

Karbonhidratlar hücrelerde yapı taşlarından biri olmasının yanında vücudumuzun temel en önemli enerji kaynağıdır. Genellikle vücudumuz için ilk enerji kaynağı olarak kullanılır. Eksikliğinde vücut kendi depolarındaki diğer maddelerden enerji üretmeye başlar ki burada da önemli olan kaslardaki proteindir. Karbonhidrat kesilerek yapılan bir diyette kilo verildiği hissinin ve görüntü aldanmasının altında kaslardaki erime yatar. Karbonhidratları proteinler ile birlikte tüketmek vücudumuz için daha sağlıklıdır.

Yağlar, vücudun temel yapıtaşlarındandır. En önemli özellikleri hücre zarlarına katılmaları ve hormon üretimi için gerekli olmalarıdır. Kolesterol olarak bildiğimiz kandaki yağ türümüz ise, erkeklik ve kadınlık özelliklerimizi göstermemizi sağlayan cinsiyet hormonlarının üretilmesinde çok önemlidir. Karbonhidratlara göre çok daha fazla enerji içerirler. Yağlar ayrıca A, D, E, K vitaminlerinin vücutta depolanması ve ihtiyaç halinde kullanılmarının kolaylaştırılmasını sağlar. Ve öğünlerde tokluk hissinin oluşması yemeklerde yağ oranı ile doğrudan ilişkilidir. Fazla yağ vücutta biriktiği zaman dışardan belki hoş görüntü oluşturmuyor ama özellikle darbelere karşı vücudu korur aynı şeyler iç organlarımız için de geçerlidir.

Proteinler de vücudun yapısını oluşturan maddelerdendir. Proteinler amino asitlerden oluşur. Vücutta sentezlenebilen amino asitler olduğu gibi dışardan sürekli alınması gereken amino asitler vardır. Bu sebeple düzenli tüketim önemlidir. 

Proteinler özellikle son dönemde çok medyatik konuma gelmiştir. Spor yapanların, spor salonlarına gidenlerin en çok talep ettiği besin öğesi protein olmaya başlamıştır. Tabii ki kaslarını kuvvetlendirmek ve kas düzeyini artırmak isteyenlerin tükettiği protein miktarını artırması lazım ama diğer besinleri de tüketmek gereklidir.

Bu kadar teknik bilgiden sonra, hangi besin türünün iyi ve sağlıklı olduğunu aramaktan ya da hangisini tüketilmesi gerektiğini düşünmekten vazgeçmek lazım. 

Kendi içinde mükemmel bir mekanizma olan vücudumuzun en önemli özelliği belki de bu mekanizme içindeki kararlılık yani dengedir. Bu dengeyi sağlama konusunda bizim de beslenmemiz ile bu dengeye destek olmamız gerekmektedir. 

Sağlıklı yaşamak sadece sağlıklı beslenme değil tabii ki.. Fiziksel aktivitemizi de artırmamız da önemlidir. Ama istekler her zaman maksimum, verilen emek hep minimum.. Kolayımıza hareket etmek gelmiyor. Bunlar da lafta kalıyor..

Diyet yapacağız, kilo vereceğiz diye yağ tüketmemek, karbonhidratı kesmek vücut dengesini ciddi şekilde etkiler. Ayrıca bu besinler vücutta proteinden de üretilebilmektedir. Tamamen sıfırlamak mümkün değildir. Bu durum tamamen bizim benliğimizin kafamızdakini elde etmek için olumsuz düşündüğümüz şeyleri yok saymasıdır. 

Aynı şekilde egzersiz yapma kararı verdiğimizde de ilk günlerde varımızı yoğumuzu ortaya koyup sonra çabucak bu işten de bıkıyoruz.. Yani orda da bir dengeyi sağlayabilmiş durumda değiliz..

Herşeyin fazlası zarar, bazı şeylerin az miktarı yok hükmünde.. Aslolan dengeyi yakalayabilmek..

Yaşamımızın her alanında bu dengeyi yakalabilmek ümidiyle..



dr.miralay
06.11.2016





13 Ekim 2016 Perşembe

Hack the System



Hack the System


Evet. Hack the system, yani sistemi hackleme. Çoğu alanda olduğu gibi bilim ve teknoloji alanında da üretici olmaktan çok tüketici konumunda olduğumuz için, bazı terimler de olduğu gibi günlük kullanımımıza girmiş durumda; Hack gibi.. O kadar ki, Google Çeviri'de "Hack the system" çevirisini istediğin zaman ilk çeviri önerisi "Sistemi hackleme" çıkıyor karşımıza. Kavramlarla ilgili konuya girersek çıkmamız kolay olmaz o sebepten o kısmını es geçerek yazıma devam ediyorum..

Aynı zamanda meslektaşım olan değerli bir kardeşimle yaklaşık 6 aydır sistemler ve hack'leri üzerinde sohbet imkanım oldu. Bu sohbetler ile ilgili de daha sonra bir yazı yazmayı düşünüyorum ama önce sağlık sisteminin daha doğrusu sağlık kurumlarının kullandıkları yazılımların hacklenmesinden bahsetmek istedim..

Tüketime alışan bir toplum, zamanla sorgulamadan kendisine sunulanı alır tüketmeye başlar. Peki bu nedir, nasıl daha açık anlatabiliriz ona gelelim..

Her ne kadar biz çok büyük oranda teknolojinin tüketici tarafında olduğumuzu söyleyerek hafiften eleştirsek de, teknolojik gelişmeler hayatımızı kolaylaştırıyor. Sağlık alanında da teknoloji çok elzemdir ve yardımcıdır. Sadece tıbbi cihaz ve ilaçlar konusunda değil, yazılımsal olarak da teknoloji büyük yardımcımız..Benim değinmek istediğim nokta da burası..

Hastane bilgi yönetim sistemleri (HBYS) son 15-20 yıldır tüm hastanelerde yaygın olarak kullanılmakta. Bu sayede hastaneler hızlı ve kolay bir şekilde kayıt tutma ve hizmet vermeye başladı. Sağlık karneleri, yeşil kartlar ve reçeteler gitti, bir T.C. kimlik numarası ile tüm bu hizmetler ve daha fazlası kolaylıkla görülmeye başlandı. 

Doktor bilgisayarından tetkiki istedi, sonuçları ekranına geldi. Röntgen istedi, görüntüler yine ekranda. Hasta muayeneye geldi, doktoru notlarını aldı sonra bir sonraki muayenede bir önceki muayenenin notlarını görüp hastanın durumunu ve tedavinin etkinliğini kolaylıkla değerlendirdi. Tedavi düşündü, reçeteyi yine sistemden yazdı, e-reçete de büyük kolaylık.. Bir şifre ile ilaçlar eczane ekranında.. 

Bu kadar iyi özelliğin yanında bu sistemlerin hastaneler arasında entegre olmadığını yani bir hastanede yapılanı diğer bir hastanede görülemediğini belirtmek lazım. Aynı tetkikler hastanın başvurduğu hastanelerde sırasıyla tekrar tekrar yapılabiliyor. Başka bir hastanın ilk başvurusunda çekilen röntgeni, diğer hastanede görünmediğinden tekrar tekrar radyasyona maruz kalabilir. Son zamanlarda görüntüler cd ile hastalara veriliyor olsa da, bazen hasta cd'yi yanına almayı unutur, bazen de sistem uyumsuzluğu nedeniyle cd açılmaz. Aslında çözümü basit ama yapılmıyor işte. Sistemin kolaylıklarından daha çok faydalanabilecekken bu ihmal ediliyor. 

Örnek verelim; her hastanın her muayenesinde boy-kilo-tansiyon-şeker takibi yapılmaz. Yapılsa da aşırı uzmanlaşma sonucu hiçbir hekim kendi alanına girmeyen konuda sonuçlara yorum yapmak istemez. Bu sebeple bazı muayene bulguları ve/veya tetkik sonuçları önemsenmemektedir. Daha sonraki muayenelerden birinde buna dikkat eden bir hekim yada ilgili branş hekimi tarafından hasta muayene edildiğinde, mevcut sistemde eğer hasta daha önce o hastanede muayene olmamışsa o hekimin elinde sadece o mevcut sonuçlar olur. Ama tüm hastaneler arasında entegre olmuş bir sistem ile hastanın o muayene bulgusunun yada o tetkik sonucunun ne zamandır o seviyelerde olduğunu kolaylıkla görmüş olur. Yine örnek vermek gerekirse, şekeri yüksek olan bir hastanın şekeri belki daha önce acil servislerde bir çok defa ölçülmüştür ama acil hekimi çok yüksek düzeyde olmayan şeker seviyelerini acil olarak değerlendirmediğinden önemsememiş olabilir ancak bu seviyeler mevcut muayenesini yapan aile hekimliği/dahiliye/endokrin uzmanına tedavi planlanmasında çok fikir verici olabilir.. Yine bir çocuk hastanın boy kilo muayeneleri sisteme girildiğinde, daha sonra boy ve kilo ölçümleri normal dışı olan bir çocuğun ne zamandan beri bu bozukluk olduğu bu entegre sistemler sayesinde kolaylıkla görülebilir. bu örnekler artırılabilir..

Şimdi de sistemin hack kısmına gelelim..

Hastalardan, hastalıklardan, tetkiklerden, T.C. kimlik numarası gibi kişisel verilerden bahsettik.. Öncelikle bu yazılımların her zaman özel şirketlerden temin edildiğini belirteyim. Hastaneler ihale yoluyla bir/ birkaç yıllığına hangi yazılım şirketinin HBYS'sini kullanacağına bu ihaleler ile karar verir. Tüm kişisel bilgiler, kişilerin sağlıkla ilgili verileri bu şirketlerde.. Bir sürü de para aktarılır bu şirketlere.. 

Her zaman düşünürüm neden devletçe, hükümetçe, sağlık bakanlığınca bu konuda hiç bir girişim yapılmaz? Neden bakanlığın kendi yazılımı olmaz? Yazılımı bir kere yaparsın sonra sadece sana güncelleme yapmak kalır. Güvenlik ile alakalı soru işaretlerinin yanında her hastanenin ayrı ayrı özel şirketlere para kazandırması ülke için daha zararlı değil midir?

Yaşadığım tecrübedir, 4-5 yıl önce çalıştığım hastanenin kullandığı yazılım sözleşme sonu olması ve aynı firmanın ihaleye girmemesi/kazanamaması sebebiyle başka bir yazılımla değiştirildi. Sonuç; sistem felç.. Eski yazılım şirketi, eski hasta sonuçlarını, elindeki hasta verilerini yeni sisteme vermeme konusunda o kadar ayak diretti ki o süreç boyunca hastaneye her başvuran hasta sanki ilk defa başvuruyormuş gibi değerlendirilmek zorunda kaldı. Bu benim yaşadığım tecrübeydi belki binlercesi yaşandı. Bu sadece işin aksaklık kısmı tabi bir de güvenlik kısmı var. 

Bizler hekimler olarak, hasta bilgilerinin gizliliğine dikkat etmek zorundayız. Ama bu şirketlere ihalelerde bunların sorulduğunu bile sanmıyorum. İhaleyi alamadığı için eski sonuçları, hastaların kişisel bilgileri GASP EDEN şirketler varken, bu şirketlerin bu bilgileri para ile satmayacağını kim garanti edebilir? Mesela sigorta şirketleri bu verilere çok ilgi gösterecektir. Verilere göre kişilerin risk durumunu ortaya çıkarıp kişilere farklı teklifler çıkarabilirler.. Hack the system burda başlıyor. İşte sistemler içeriden hackleniyor böylece..

Oysaki kendi milli yazılımımız olsa hasta bilgileri gaspı gibi bir konu daha doğrusu bir korku olmayacak. Tabii ki ister devlet ister özel şirketler tarafından hizmet verilsin, bu sistemlerin dışardan siber saldırılara hedef olacağı kesindir. Ayrıca devlet bu konuda kendi yazılımını korumakla da mükellef olmalıdır. Sadece hizmet alımı yapma ve göstermelik denetimler ile bu güvenlik sağlanamaz.. 

Üniversitelerden her sene pırlanta gibi gençler mezun oluyor.. Yazılım, bilişim, veri yönetimi ve güvenliği konusunda gerçekten ehil, bilgili kişiler bunlar.. Ayrıca kodlama diye bir lisans programımız var, bu bölüm mezunu gençlerden yararlanmak lazım.

Senin sistemin hacklenmeden sen sistemi hacklemelisin ki (yada hackleyecek kapasiteye sahip olmalısın ki) sisteminin herşeyine hakim olup tüm boşlukları doldurmalı, oluşabilecek her türlü tehditi önceden algılamalı ve sorunlara anında çözüm üretebilmelisin..

Yoksa sadece sistemin, sistemlerin değil sen de "Hack"lenirsin..



13.10.2016
dr.miralay

5 Ekim 2016 Çarşamba

Doktorun Sihiri




Doktorun Sihiri

Bu yazıyı yazıp yazmama konusunda çok tereddütte kaldım. Zira 6 yılı geçkin bir süredir hekimlik yapıyorum ve mesleki çevremde benden çok çok daha kıdemli ve yaşım kadar mesleki tecrübesi olan hekimler var. Yazacaklarımın tecrübe ile ilgili olduğunu düşündüğümden, tecrübe konusunda önce haddimi bilmem gerektiğini düşünüyordum. Ancak günden güne kötüye giden hasta-hekim iletişimi ve tıbbi pratik uygulamalar nedeniyle bu konuyu fazla bekletmeden yazma ihtiyacı hissettim. Kimseye iletişim dersi verme gibi bir çabam yok ancak atasözümüzdür; Bin bilsen de, bir bilene danış. Belki 1000 bilen hocalarıma, abilerime, ablalarıma birşeyler hissettirebilirim (Belki bir gün yazılarım okunur da bu yazılarım da onlara ulaşır..).

Ne kadar kolay ve güçlü tanı koyarsa koysun, ne kadar etkili ve net tedaviler sunabilirse sunsun, doktorun sihri ne koyduğu tanı, ne de yaptığı tedavidir. Doktorun sihiri iletişimin bir parçası olan temasıdır, yani "El"idir. Muayene amaçlı, hastayı anlama, dinleme ve muayeneye yönelik hekimin hastaya dokunuşu en büyük sihiridir. 

Tıp fakültelerinde hep söylenen bir cümle vardır. Tanı koymanın %70-80'i anamnezdir (yani hastanın hastalık öyküsünü alma). Anamnez alma defalarca öğretilir, sınavlarda detaylıca istenir tıp fakültesi öğrencilerinden. Gerçekten de tam olarak yapıldığında anamnez alma sayesinde tanı çok büyük oranda konur ve muayene ve tetkik ile tanı doğrulanmaya çalışılır. 

Tabi bu anamnez alma ve muayene tam olarak yapıldığında çok zaman gerektirir ancak mevcut sağlık hizmeti şartlarında hastalara pek zaman ayırmak mümkün olmuyor. Çoğu zaman anamnez bile olmadan bir kaç kelimeyle hastalık şikayeti ve hemen peşine bir reçete ile bitiyor muayene.. Tabi ortada ne hekimlik kalıyor ne sihir..

Anlatımda bir yanlışlık varmış gibi gelebilir. Muayenenin ve tanı koymanın %70'i anamnezdir dedik de, sihir kısmını yani en önemli kısmını neden doktorun temasına yani eline bağladım diye düşünülebilir. Tam hasta muayenesi çok az oranlarda yapılsa da, hastanın muayenesi hasta odaya girdiğinde başlar, şikayetinin sorgulanması ile anamnez başlamış olur. Anamnez alırken genelde tanı koydurucu kelimeler hep aralara sıkışmış ya da iyice sorgulama sonucunda elde edilir. Çünkü bazen bu kelimeler(şikayetler) hastaya göre önemsiz şeylerdir, bazen de hasta hekim iletişimine yeterince önem verilmediğinden hasta tarafından o güven hissedilememiş olur ve bazı bilgiler saklanır. 

Bu güveni yakalamada, etkili bir hasta - hekim iletişiminde en önemli araç hekimin eli yani dokunuşudur. İşte bu sihirli dokunuş ile hasta-hekim iletişimin en önemli kilidi açılır ve iletişimdeki güveni sağlamada çok önemlidir. Güven sağlandıktan sonra iletişim hem hasta hem hekim için daha kolay hale gelir. Hekim hastasını daha iyi tanıma imkanı sağlarken, hasta da hekimine çekinmeden her türlü şikayetini anlatabilir. 

Anlatınca güzel ama gerçekte ne kadar hastasına sihirli dokunuşunu yapabilir bir hekim? 

Performans için daha çok hastaya bakmak zorunda olan, daha çok hasta bakabilmek için muayenelerini kısaltmak durumunda olan hekimlerimizin hastaya dokunma - muayene etmeyi bir kenara  bırakırsak çoğu zaman neredeyse gözgöze gelecek kadar bile zamanı olmamakta. Yazımın daha üst kısımlarında yazdığım gibi, şikayet bir kaç kelime, hemen peşine reçete..

Peki sonuç nedir? Hasta memnuniyetsiz, tam iyileşemiyor, tedavi olamıyor sürekli poliklinik kapılarında. Hekimler açısından da sürekli artan iş yükü. Çok fazla hasta görme zorunluluğu bir yandan, hasta tahammülsüzlüğü bir yandan.. Sonuç olarak hasta hekim iletişimine baktığımızda da; poliklinikteyken 3-5 kelam, polikinik önünde ya da koridorda denk gelirse hastalarla gözgöze gelmemek için doktor ya hep meşgul ya da hep farklı yerlerde gözler.. Ne sihir ama..

Düzen (ya da sistem) bu yönde değişim gösteriyor, kimse düzletmezse böyle de gider. Biz mi düzelteceğiz? Evet biz düzelteceğiz, düzeltmeliyiz.. Zaten biz düzeltmesek sistem kendini başa döndürecek gibi..


05.09.2016
dr.miralay

27 Eylül 2016 Salı

Hangi sağlık hizmeti? Sağlığın farkında mıyız?



Hangi sağlık hizmeti? Sağlığın farkında mıyız?



Teknoloji gelişiyor, yeni ilaçlar yeni cihazlar yeni bilgiler özellikle sağlık alanında hergün kullanıma sunulmakta. Bizlerin de hem halk hem sağlık çalışanı olarak sağlık farkındalığı ve sağlık talepleri değişmiş durumda. Daha sağlıklı olmaya çalışıyor, daha çok sağlık hizmetinden yararlanıyor veya yararlanmak istiyoruz. Eski zamanlarda bir hekim bulabilmek önemli bir iş iken, şimdi hekimler ev ev gezmekte, tomografi - MR (emar) gibi pahalı ve ileri tetkikler el altında ve çok kolaylıkla ulaşılabilir hale gelmiş durumda. Yani çok kolay bir şekilde doktora ulaşıyor, çok kolay muayene olup çok kolay tedavi alıyoruz artık.

Rakamlara baktığımızda da hastaların aile hekimliklerine, hastanelere başvuru sayılarında son yıllarda inanılmaz artış görülmeye başlandığı aşikar. Gelişen teknoloji, artan sağlık güvencesine sahip olma oranları, artan sağlık farkındalığı (?) bu artışta önemli olduğu düşünülebilecek etmenler olarak düşünülebilir. 

Bu açıdan baktığımızda, sağlık sisteminin ve hizmetlerinin geliştiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Ancak gerçekten de böyle midir? Sağlığın farkında mıyız?

Kolayca hekime başvurma, sürekli muayene olma ve hemen her zaman ilaç yazdırma ve bunları kullanma bu işin normalde olması gereken kısmı mıdır? Kesinlikle değil tabii ki..

Dünya sağlık örgütü 1948 yılında ''sağlık'' kavramını şöyle tanımlamış ve tüm dünyaya duyurmuştur: "Sağlık, kişide sadece hastalık ve/veya sakatlık durumlarının bulunmaması durumu değil, bedenen, ruhen ve sosyal açıdan tam bir iyilik halidir." Hasta olmak ve sonucunda tedavi ile hastalıktan kurtulmak bu tanımın ilk kısmını karşılasa da, ikinci kısım eksik kalıyor gibi. Tamam belki normal yaşantıda veya tedavi aldıkça hastalık olmaz/kalmaz ama tam olarak sağlıklı olunur mu? Genel algı bu yönde gibi ama apaçık yeterli olmadığı belli. Algının bu şekilde olmasının en önemli nedeni de, sağlık kavramının sağlık hizmetinden faydalananlarca bilinmemesi ve yanlış yorumlanmasıdır. 

Aslında bu durum çok önemli bir sorundur. Ancak sağlık hizmetinden faydalananlara sağlık hizmeti ile ilgili sorunlar sorulduğunda genellikle alınacak cevaplar bellidir ve bunlar genelde; "hekim yoktur ya da yetersizdir, en son çıkan teknolojik cihaz yoktur, herşeye iyi gelen ilaç veya çok etkili ilaçlar yoktur, ilaçlar pahalıdır veya kişinin sağlık güvencesi yoktur" gibi cevaplardır. Hastalığı ya da tedaviyi arar gibi değil mi? Aslında hizmet alanlarca sağlığın değil Hastalığın farkında mıyız? sorusuna cevap aranıyor.

Bu cevaplardan da anlaşılacağı üzere sağlık kavramının hep ilk kısmı ile ilgili arayış mevcuttur. Ancak asıl verilmesi gereken cevaplar bunlar mı olmalı ya da sorunlar bunlar mıdır? Bir düşünelim peki şu sorulara baksak, sorulması gereken sorular bunlar olsa nasıl olurdu; "hekime neden bu kadar çok ihtiyaç duyuluyor, son teknoloji cihaza gerçekten ihtiyaç var mı, ilaçlar gelişse de tedaviler yetersiz tamam da hastalığı tedavi etmek yerine hastalığa neden olanları neden araştırıp çözmüyoruz?" Sadece ilaç reçete etmeyip yada hastayı en hızlı şekilde nasıl gönderirim diye düşünmeden, işiyle ilgili sorgulama yapabilen hekim arkadaşlarım (ne yazık ki sayıları çok azdır) kolaylıkla bu soruları ek sayfalarca soru yazabilir. Hatta bence bu arkadaşlarım kendilerince bu soruları çokca sormuş ve çözüm bulamadıkça çoğunun artık sorgulamayı bırakmış olduklarını düşünüyorum.

Sorgulamalara çok dalmadan geçip genele bakalım. Sağlık kavramından yola çıkarsak işin özü de tam bu noktada da, koruyucu hekimlik kavramında yatmaktadır. Koruyucu hekimlik ya da koruyucu sağlık hizmeti; hastalıkların değil, hastalıklar oluşmadan hastalık oluşturacak etmenlerin mümkünse yok edilmesi (etmenlerin tedavisi), mümkün değilse kontrol altına alınması durumudur. 

Asıl talebin ve asıl hizmetin bu yönde olması gerekir. Ama ne sağlık hizmetinden faydalananlarda ne de bu hizmeti sunanlarda bu konuya yeterince önem verilmemektedir. 

Kişiler açısından, doktora kolayca başvurup muayene olmaları, kolaylıkla ilaç almaları onları tatmin etmektedir. Bu hizmet onlar için yeterli gibi görünmektedir. Hekimler açısından çok neden sayabilecek olsam da en önemli neden olarak, mevcut sağlık sistemi ve performans nedeniyle çok daha fazla sayıda hasta bakma çabası (ve gerekliliği) yüzünden ve hastalara yeterince zaman ayırılamaması ve bu sebeple koruyucu hekimlik yapılamaması olduğunu düşünüyorum. 

Bu durum da aslında toplumsal sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Daha çok hasta, daha çok muayene, daha çok ilaç ve ülke ekonomisine daha çok yük.. 

Su hijyeninin sağlanması, hava kirliliğinin önlenmesi, alınan zararlı gıdaların (GDOlu) önüne geçilmesi gibi aslında kolaylıkla ve çok daha ucuza mal olacak önlemler alınmadığı için, hastalık durumlarında hem bireysel sağlığımızı kaybetmiş, hem ülke çapında işgücü kaybına neden olmuş, hem de kullanmamıza gerek olmayacak ilaçları kullanmak zorunda kalmış oluyoruz (İlaçların hiç masum olmadığını, her etkinin yanında en az bir yan etkinin olduğunun da altını tekrar çizmek lazım).

Peki ne yapmak lazım? Hangi soruları sormak lazım?

Sağlık kavramının tekrar ve tekrar en uygun şekilde herkese tam olarak açıklanması gerekiyor. Daha temiz havanın, GDOsuz gıdanın, daha temiz suyun; en etkili ilaçtan, son teknoloji cihazlardan çok çok daha iyi olduğunun topluma anlatmak ve bu anlatımların sürekli üstünde durmak lazım.. 

Kişilerin de son teknoloji ya da alınabilecek en etkili ilaç talebi yerine kendi sağlıklarını koruma adına neler talep etmeleri gerektiği konularında farkındalıklarını oluşturmak lazım..

Mevcut sistem kesinlikle böyle değildir. İstatistiklere bakıldığında; kaç hasta muayene edildi, kaç tomografi -  kaç MR çekildi, kaç kutu ilaç kullanıldı bilgilerine kolaylıkla ulaşılabilirken, temiz hava-su kullanma oranları, sağlıklı GDOsuz gıda tüketimi ve bunlara bağlı sağlığı koruma verilerine ulaşmak imkansızdır.

Çünkü mevcut sistemde, eğer hastaysan varsın, sağlıklıysan kayıp.. 

Bu anlayışı değiştirmemiz lazım..



dr.miralay
27.09.2016

22 Eylül 2016 Perşembe

Tıpta aşırı uzmanlaşma ve Aile Hekimliği

Tıpta aşırı uzmanlaşma ve Aile Hekimliği



   Teknolojik ilerlemeler günden güne artan bir hızda gerçekleşmektedir. Tabii ki bu gelişmelerden yakinen etkilenen sektörlerden birisi de tıp bilimidir. Globalleşmenin etkisiyle dünya; eski zamanlardaki birbiriyle dar sınırlar içerisinde sürekli etkileşim ve alışveriş içinde olan küçük köyler gibi bir köy halini aldı; "Global" bir köy. Bu globalleşme sayesinde tıp camiasında herhangi bir yerdeki gelişme artık tüm dünyanın hizmetine sunulması sağlandı, her yere en kısa sürede bilgi aktarıldı, böylece aynı konuda farklı yerlerde aynı araştırmanın sebep olduğu gereksiz zaman ve para kaybının önüne geçildi.

   Önlenen bu zaman ve para kaybı sayesinde yeni araştırmalara zaman ve imkan sağlanmaya başlandı. Hem teknolojik gelişmeler hem de bu globalleşmenin etkisiyle, tıp dünyası da çok hızlı gelişmeler gösterdi. Gelişen teknoloji sayesinde yeni cihazlar ile daha kolay ve daha doğru tanı konmaya, daha iyi tedavi imkanları elde edilmeye başlandı. Aynı zamanda bilginin elde edilmesi, paylaşılması ve saklanması da bir o kadar kolaylaştı.

    Bu kolaylık beraberinde yükler de getirdi. Yeni tanılar, yeni cihazlar ve yeni tedaviler gibi bilgi içeriği ve yükü çok büyük bir hızda bir çığ gibi artmaya başladı. Bu artan bilgi düzeyi tıpta uzmanlıklara bölünmeyi yani uzmanlaşmayı zorunlu hale getirmeye başladı. 100 yıl önce belki tıp ile alakalı 2 cilt kitap kadar bilgi birikimi mevcut iken, herhangi bir branşta herhangi bir hastalığa ait birkaç cilt kitap bulmak mümkündür. Bu kadar çok artan ve artmaya devam eden bilgi düzeyine hakim olmak kolay değildir ve uzmanlaşma zorunludur. Hatta artık yavaş yavaş neredeyse tüm uzmanlık branşlarında yandal uzmanlıkları da görülmeye başlandı. Örnek vermek gerekirse, eskiden herşeyden anlayan doktorlarımız vardı hemen hepsi pratisyen hekimlerdi. Sonra çocuk hastalarımızı çocuk uzmanlarına götürdük. Böbrek ve idrar yolları ile ilgili problemlerde ise artık pediatrik nefroloji uzmanlarına gitmekteyiz. Hatta pediatrik nefrologlar arasında hangi hastalıkta hangi pediatrik nefrolog daha iyi gibisinden araştırmalar da yapılmıyor değil. Uzman, daha uzman, daha spesifik uzman, en uzman döngüsü sürekli ve sürekli sınır tanımadan ilerlemekte..

   Tabii ki ileri uzmanlıklar gerekli ve olmalıdır. Tabii ki ihtiyaç halinde işin en spesifik uzmanına gidilmelidir. Ancak aşırı uzmanlaşmanın getirdiği bazı negatif özellikler de olmuştur. Çok çok spesifik derecede uzmanlaşma, hastaları artık birer birey değil birer organ ya da semptom (şikayet) olarak görmeye sebep olmaya başladı. Aşırı uzmanlaşma sonucu görme problemi olan hastalar sadece göz, karın ağrısı çeken hastalar sadece mide ya da idrar yaparken yanma şikayeti olan hastalar sadece idrar yollarından oluşuyor gibi değerlendirilmeye başlandı. Hastaların bizim alanımız dışındaki problemleri görmezden gelinmeye ve ilgi dışı bırakılmaya başlandı ve aynı zamanda diğer sistemler ile ilgili soru ve sorunları alan dışı olması sebebiyle belki de cevaplanmadı, cevaplanamadı. Belki de sırf bu aşırı uzmanlaşmalar yüzünden hastalar doğru yönlendirilemedi ve tanı almaları gecikti. Tam bu noktada hastaları bir bütün olarak değerlendiren bir branşa ihtiyaç duyuldu.

  Aslında bu sorun daha bu kadar aşırı uzmanlaşma yok iken, kendisi de doktor olan Dr. Francis Weld Peabody tarafından 1923 yılında farkedilmiş, daha o yıllarda aşırı uzmanlaşma sonucu hastaların ortada kaldığına, hastaları bir birey ve bir bütün olarak değerlendirecek bir uzmanlık branşının gerekliliğine dikkat çekmiştir. Aile Hekimliği Uzmanlığı gibi hastayı bir bütün olarak değerlendiren branşa olan ihtiyaç ilk defa böylece dile getirilmiştir. 

  Aile hekimliğinin 1974 yılında yapılan tanımına bakıldığında bu ihtiyaca uygun olduğunu görmekteyiz. Leeuwenhorst tarafından yapılan tanımlamaya göre Aile Hekimi; hastaları yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmadan onlara kişisel ve sürekli temel sağlık hizmeti sunan uzman hekimlerdir.

   Topluma daha adil, daha etkin, daha faydalı sağlık hizmeti sunabilmek için, temel sağlık hizmetinin sunulduğu birinci basamak sağlık kuruluşlarında yani Aile Sağlığı Merkezleri'nde verilen sağlık hizmetinin daha çok güçlendirilmesi gereklidir. Aile sağlığı merkezleri hastaların her an ulaşabileceği, hemen her konuda onları değerlendiren daha önemlisi onları birer organ değil birer birey olarak değerlendiren aile hekimlerinin hizmet verdiği yerlerdir.  Aile Sağlığı Merkezlerinde verilen hizmetin güçlendirilmesi için yapılabilecek şeylerden en önemlisi bu temel sağlık hizmetinin mümkünse uzman hekimlerce yani Aile Hekimliği uzmanlarınca verilmesidir.

  Sağlık sisteminde bu yönde yapılacak bir düzenleme sayesinde belki de hastalar daha erken, daha kolay ve daha ucuz bir şekilde tedavi edilebilecek, hastalar bütünüyle değerlendirilip gerekli yerlere daha doğru bir şekilde yönlendirilebilecek ve aynı zamanda 2. ve 3. basamak hastanelerdeki hasta yığılmalarının önüne geçilmiş olacaktır. 





22.09.2016
dr.miralay


19 Eylül 2016 Pazartesi

Modern Tıbbın en büyük buluşu (!); Tele-Tıp, Medya-Tıp



Modern Tıbbın en büyük buluşu (!); Tele-Tıp, Medya-Tıp


   Toplumsal olarak çok büyük bir değişimden geçtiğimiz kesindir. Toplumumuz özellikle kültürümüz çoğu yönden büyük değişimlere uğramakta, toplumdaki bireyler olarak kişiliklerimizin toplumsal özellikleri yerini yavaş yavaş yerini bireysel özelliklere bırakmaktadır.  Daha bencil, daha egoist ve daha tatminsiz bireyler olmaya başladık ve bu durum günden günde daha da ilerlemektedir. 

   Şüphesiz bu değişimden sağlık algımız da nasibini almıştır. Eskiden sağlık talebi belki yaşamı sürdürebilecek ya da çalışıp para kazanabilecek kadar sağlıklı olma iken, gelişen zamanla bu talep sağlıkla ilgili bir sorun yaşamadan yani sağlıklı bir yaşam sürmeye yerini bırakmıştır. Olması gereken belki bu kadarıydı belki fazlasıydı bu tartışılır ama günden güne artan benci (ben-cil) düşünceler sağlık alanında da bu algı değişikliğini yeterli görmemeye başladı. Farkında olsak da olmasak da sağlık talebinde sağlıklı yaşam talebi yerini sonsuza dek yaşam, ölümsüzlük isteğine bırakmaya başladı. 

   Bu talebin gelişmesinde medyanın katkısı şüphesizdir. "Sağlıklı yaşamanın sırları, gençliğin formülü, uzun yaşamanın püf noktası" vb. dikkat çekici iddialarla, bencilliğimizi ve artan sağlık talebinin açığını fark eden bu açığı değerlendirmek isteyen umut tacirleri (bence gerçekten umut tacirleridirler) köşe başlarındaki yerlerini aldılar. Artan taleplerimiz karşısında emek harcama isteğinin de bir o kadar düşmesi bizleri fazlasıyla kolaycı insanlar yaptı. Okumadık, araştırmadık ve dahası medya araçlarından bize ne verildiyse ona inanmaya ve onları almaya başladık. Sormadan, sorgulamadan ulaşmak istediğimiz hedefe (aslında hangi hedefin bizim için en iyisi olduğuna inandırıldığımız hedefe) en kısa ve kolay şekilde ulaşmada hangi yolun bizim için en iyisi olduğunu söyleyenlere inanmaya başladık. Nitekim, bu tacirler tarafından -genç ölmenin sırrı- diye zehir satılsa (ki satılıyor) gerçekten genç yaşta ölmeyi sağlayacak zehirleri almaya yönlendirmekte. 

   Bir diğer konu da farkındalık. Sağlıklı yaşamda farkındalık adı altında, hayvansal gıdalar sağlıksızdır, kolesterol kötüdür, onu yeme bunu ye, şu ilaçlar bu bitkiler iyidir gibi yaklaşımlar, kişileri pek -hatta hiç- bilgili olmadıkları sağlık alanında çok yanlış yönlendirmeye sebep olmaktadır. Bu yanlış yönlendirmeler neticesinde sağlık taleplerinde büyük değişim olan kişiler kendisi için ne kadarının yeterli olduğunu ne kadarının doğru olduğunu bilmeden sorgusuz sualsiz bu yanlışlıklara direkt olarak uymaktadır.

  Bu durum umut tacirliğidir. Bunu yapanlar kesinlikle ve kesinlikle şarlatandır. Bu durum insanların bilgisizliklerinden yararlanarak onları dolandırmaktır. 

   Burada en büyük iş hekimlere düşmekteyse de, bireylerin sağlık algılarını yeniden şekillendirmeye de ihtiyaç vardır. Sağlık hizmetinin kimden talep edileceği, ne oranda ne zaman talep edileceği konusunda bilgilendirmeler yapılmalıdır. Doğru kişiye, doğru ilacı, doğru zamanda ve doğru dozda kullanılmasının sağlanması yani akılcı ilaç kullanımı bu noktada çok önemlidir. Tıp bilimi şarlatanların eline bırakılamayacak bir daldır. Kesinlikle ve kesinlikle sadece sağlık profesyonelleri tarafından bu hizmet verilmelidir. 

   Bu noktada şüphesiz iletişim çok önemlidir. Çoğu zaman birşeyin nasıl söylendiği ne söylendiği kadar önemlidir. İletişim konusunda sağlık çalışanları/profesyonelleri olarak iğneyi de çuvaldızı da kendimize batırmamız gerekmektedir.

   En temel fizik kanunlarından birisi şudur; Kainat boşluk kabul etmez! Eğer biz hekimler olarak, toplumun ihtiyaçlarını iyi tespit edemezsek, o ihtiyaçlara gerekli çözümleri sunmazsak ya da sunamazsak o boşlukları doldurmak isteyecek fırsatçılara meydanı bırakmış oluruz. Bu Tele-tıp, Medya-Tıp sorunu biraz da biz hekimlerin bu boşluğu bırakmasıyla olmuştur.

   Gerek mesleğini icra eden hekimlerimize gerek de tıp eğitimi alan öğrencilerimize bu konunun öneminin anlatılması gerekmektedir. Ancak böylece bu sorun çözüme ulaşacaktır.

   En kısa sürede bu bilinçle bilinçlenmemiz ümidiyle...



19.09.2016
dr.miralay

7 Eylül 2016 Çarşamba

Sir Luke Fildes ve "The Doctor" tablosu


Sir Luke Fildes ve "The Doctor" tablosu








   Hekimliği ya da farklı bir deyişle hekimlik sanatını anlatan en güzel tablolardan biri olan "The Doctor" tablosu, 1887 yılında Sir Luke Fildes tarafından yapılmıştır. Yapılışı hakkında farklı hikayeler olduğu düşünülmektedir. Bunlardan birincisi; Sir Luke Fildes, 1877 yılında en büyük oğlunu (Philip, 9 yaş) Tüberküloz (Verem) hastalığından kaybeder. Hastalık süresince oğlu için elinden geleni yapan doktorundan (Dr. Murray) etkilenişi ve kendi ev halini resmettiğidir. İkincin hikaye ise; Kraliçe Victoria' nın kendi kişisel hekimi Dr. Sir James Clark'ı ve hasta ev ziyaretlerinin resmedilmesinin istemesi sonucu bu tablonun yapılmış olduğudur. En çok kabul görülen ise bu iki hikayenin birleşimidir yani kendisinden tablo yapılması istenen Fildes, oğlunun başında sabahlayan doktoruna duyduğu saygıyı onu resmederek göstermiş olduğu düşüncedir.

   Bu amaçlardan hangisi ile yapılmış olursa olsun, "The Doctor" tablosu gerçek hekimliğin anlatımında resmedilmiş belki en güzel tablodur. Dikkatlice bakıldığında derme-çatma bir evde, hastanın ve -elinden gelecek birşey olmasa da- hastasını bırakmayan doktorun ön plana çıktığı, biraz daha geri planda yine elinden hasta çocuğu içi dua etmekten başka bir çaresi olmayan üzgün anne ile sol eliyle annenin sağ omuzunda kendi üzüntüsüne rağmen anneye teselli vermeye çalışan babanın resmedildiği bir tablodur. Tabloda yatak olmaması ve yatak yerine birbirinden farklı olarak resmedilmiş iki sandalye üzerine yatırılmış çocuğun bu görüntüsü o zamanki imkanları, sosyoekonomik koşulları anlamamız açısından da bizlere fikirler vermektedir. 

   Günümüzde artan hasta sayısı, hasta başına düşen zamanın azalışı bu gibi durumları sadece resimlerde görmemize neden olmakta. Hastayı dinlemeden, ona dokunmadan yani muayene etmeden mesleğin en önemli kısmı hep eksik kalmakta. "Şikayetin nedir?" dedikten sonra hastayı hemen tetkik için odadan göndermekle yine birşeyler eksik kalmakta.. 
  
   Buradan çıkacak belki en önemli sonuç; Mutsuz Hasta, Mutsuz Doktor, Mutsuz Sağlık Çalışanı.. 



07.09.2016
dr.miralay



5 Eylül 2016 Pazartesi

Filizlenen Tomurcuk



Filizlenen Tomurcuk

   Tıp fakültesine girdiğim 2003 yılından itibaren gerçekleştirmeyi düşündüğüm bir hayalim vardı. İnternet üzerinden ulaşılabilir olmak, sorulan sorulara cevap vermek ve topluma sağlıkla ilgili bilgi vermek gibi.. Fakültede yıllar geçtikçe bu hayalimden uzaklaştım. Aslında ilk derslerde hocalarımız tarafından bize söylenen bir söz vardı ve bu hayalimden uzaklaşma durumum da bu sözü doğrular gibiydi..

"Tıp fakültesine girdiğinizde Profesör olarak girer, Pratisyen olarak mezun olursunuz."

   Evet aynen öyle oldu, çok idealist bir şekilde, fakültede hoca olmak doçentlik-profesörlük hayalleri ile eğitimize başlamıştık. Ama uzun ve yorucu tıp eğitimi, fakültenin sonlarında mezun olsak da gitsek durumuna getirmişti çoğumuzu. Belki bu sebeple uzmanlık sınavına hazırlanmak bile istemedim bir süre ve belki bu yüzden uzmanlığımı geç kazandım. Yine belki de bu yüzden fakültenin ilk yıllarında kurduğum internet üzerinden ulaşılabilir olma, insanlara yardımcı olma hayallerim kayboldu..

   Kişisel olarak şu düşünceye çok inanırım. Zihninde birşeyi yapmayı aklından bir kere geçirmişsen, zihnine bir tomurcuk yerleştirmiş olursun. O tomurcuk belki bir belki 10 yıl sonra yeşerebilir. Evet bu konu ile ilgili Leonarda Di Caprio'nun oynadığı çok güzel bir film de var; Inception (Başlangıç). Nereden yeşerecek su buldu, nereden bir rüzgar esintisi aldı bilmiyorum ama yıllar önceki düşüncemi bir blog yazarak gerçekleştirme kararı verdim. İlk mesajımı da böyle yazmayı düşündüm :). Zaman zaman sağlıkla ilgili paylaşımlarda bulunup, takip eden olursa sorularını cevaplamayı istiyorum. Umarım gerçekleştirebilirim..

Sağlıcakla..  

05.09.2016
dr.miralay