27 Eylül 2016 Salı

Hangi sağlık hizmeti? Sağlığın farkında mıyız?



Hangi sağlık hizmeti? Sağlığın farkında mıyız?



Teknoloji gelişiyor, yeni ilaçlar yeni cihazlar yeni bilgiler özellikle sağlık alanında hergün kullanıma sunulmakta. Bizlerin de hem halk hem sağlık çalışanı olarak sağlık farkındalığı ve sağlık talepleri değişmiş durumda. Daha sağlıklı olmaya çalışıyor, daha çok sağlık hizmetinden yararlanıyor veya yararlanmak istiyoruz. Eski zamanlarda bir hekim bulabilmek önemli bir iş iken, şimdi hekimler ev ev gezmekte, tomografi - MR (emar) gibi pahalı ve ileri tetkikler el altında ve çok kolaylıkla ulaşılabilir hale gelmiş durumda. Yani çok kolay bir şekilde doktora ulaşıyor, çok kolay muayene olup çok kolay tedavi alıyoruz artık.

Rakamlara baktığımızda da hastaların aile hekimliklerine, hastanelere başvuru sayılarında son yıllarda inanılmaz artış görülmeye başlandığı aşikar. Gelişen teknoloji, artan sağlık güvencesine sahip olma oranları, artan sağlık farkındalığı (?) bu artışta önemli olduğu düşünülebilecek etmenler olarak düşünülebilir. 

Bu açıdan baktığımızda, sağlık sisteminin ve hizmetlerinin geliştiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Ancak gerçekten de böyle midir? Sağlığın farkında mıyız?

Kolayca hekime başvurma, sürekli muayene olma ve hemen her zaman ilaç yazdırma ve bunları kullanma bu işin normalde olması gereken kısmı mıdır? Kesinlikle değil tabii ki..

Dünya sağlık örgütü 1948 yılında ''sağlık'' kavramını şöyle tanımlamış ve tüm dünyaya duyurmuştur: "Sağlık, kişide sadece hastalık ve/veya sakatlık durumlarının bulunmaması durumu değil, bedenen, ruhen ve sosyal açıdan tam bir iyilik halidir." Hasta olmak ve sonucunda tedavi ile hastalıktan kurtulmak bu tanımın ilk kısmını karşılasa da, ikinci kısım eksik kalıyor gibi. Tamam belki normal yaşantıda veya tedavi aldıkça hastalık olmaz/kalmaz ama tam olarak sağlıklı olunur mu? Genel algı bu yönde gibi ama apaçık yeterli olmadığı belli. Algının bu şekilde olmasının en önemli nedeni de, sağlık kavramının sağlık hizmetinden faydalananlarca bilinmemesi ve yanlış yorumlanmasıdır. 

Aslında bu durum çok önemli bir sorundur. Ancak sağlık hizmetinden faydalananlara sağlık hizmeti ile ilgili sorunlar sorulduğunda genellikle alınacak cevaplar bellidir ve bunlar genelde; "hekim yoktur ya da yetersizdir, en son çıkan teknolojik cihaz yoktur, herşeye iyi gelen ilaç veya çok etkili ilaçlar yoktur, ilaçlar pahalıdır veya kişinin sağlık güvencesi yoktur" gibi cevaplardır. Hastalığı ya da tedaviyi arar gibi değil mi? Aslında hizmet alanlarca sağlığın değil Hastalığın farkında mıyız? sorusuna cevap aranıyor.

Bu cevaplardan da anlaşılacağı üzere sağlık kavramının hep ilk kısmı ile ilgili arayış mevcuttur. Ancak asıl verilmesi gereken cevaplar bunlar mı olmalı ya da sorunlar bunlar mıdır? Bir düşünelim peki şu sorulara baksak, sorulması gereken sorular bunlar olsa nasıl olurdu; "hekime neden bu kadar çok ihtiyaç duyuluyor, son teknoloji cihaza gerçekten ihtiyaç var mı, ilaçlar gelişse de tedaviler yetersiz tamam da hastalığı tedavi etmek yerine hastalığa neden olanları neden araştırıp çözmüyoruz?" Sadece ilaç reçete etmeyip yada hastayı en hızlı şekilde nasıl gönderirim diye düşünmeden, işiyle ilgili sorgulama yapabilen hekim arkadaşlarım (ne yazık ki sayıları çok azdır) kolaylıkla bu soruları ek sayfalarca soru yazabilir. Hatta bence bu arkadaşlarım kendilerince bu soruları çokca sormuş ve çözüm bulamadıkça çoğunun artık sorgulamayı bırakmış olduklarını düşünüyorum.

Sorgulamalara çok dalmadan geçip genele bakalım. Sağlık kavramından yola çıkarsak işin özü de tam bu noktada da, koruyucu hekimlik kavramında yatmaktadır. Koruyucu hekimlik ya da koruyucu sağlık hizmeti; hastalıkların değil, hastalıklar oluşmadan hastalık oluşturacak etmenlerin mümkünse yok edilmesi (etmenlerin tedavisi), mümkün değilse kontrol altına alınması durumudur. 

Asıl talebin ve asıl hizmetin bu yönde olması gerekir. Ama ne sağlık hizmetinden faydalananlarda ne de bu hizmeti sunanlarda bu konuya yeterince önem verilmemektedir. 

Kişiler açısından, doktora kolayca başvurup muayene olmaları, kolaylıkla ilaç almaları onları tatmin etmektedir. Bu hizmet onlar için yeterli gibi görünmektedir. Hekimler açısından çok neden sayabilecek olsam da en önemli neden olarak, mevcut sağlık sistemi ve performans nedeniyle çok daha fazla sayıda hasta bakma çabası (ve gerekliliği) yüzünden ve hastalara yeterince zaman ayırılamaması ve bu sebeple koruyucu hekimlik yapılamaması olduğunu düşünüyorum. 

Bu durum da aslında toplumsal sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Daha çok hasta, daha çok muayene, daha çok ilaç ve ülke ekonomisine daha çok yük.. 

Su hijyeninin sağlanması, hava kirliliğinin önlenmesi, alınan zararlı gıdaların (GDOlu) önüne geçilmesi gibi aslında kolaylıkla ve çok daha ucuza mal olacak önlemler alınmadığı için, hastalık durumlarında hem bireysel sağlığımızı kaybetmiş, hem ülke çapında işgücü kaybına neden olmuş, hem de kullanmamıza gerek olmayacak ilaçları kullanmak zorunda kalmış oluyoruz (İlaçların hiç masum olmadığını, her etkinin yanında en az bir yan etkinin olduğunun da altını tekrar çizmek lazım).

Peki ne yapmak lazım? Hangi soruları sormak lazım?

Sağlık kavramının tekrar ve tekrar en uygun şekilde herkese tam olarak açıklanması gerekiyor. Daha temiz havanın, GDOsuz gıdanın, daha temiz suyun; en etkili ilaçtan, son teknoloji cihazlardan çok çok daha iyi olduğunun topluma anlatmak ve bu anlatımların sürekli üstünde durmak lazım.. 

Kişilerin de son teknoloji ya da alınabilecek en etkili ilaç talebi yerine kendi sağlıklarını koruma adına neler talep etmeleri gerektiği konularında farkındalıklarını oluşturmak lazım..

Mevcut sistem kesinlikle böyle değildir. İstatistiklere bakıldığında; kaç hasta muayene edildi, kaç tomografi -  kaç MR çekildi, kaç kutu ilaç kullanıldı bilgilerine kolaylıkla ulaşılabilirken, temiz hava-su kullanma oranları, sağlıklı GDOsuz gıda tüketimi ve bunlara bağlı sağlığı koruma verilerine ulaşmak imkansızdır.

Çünkü mevcut sistemde, eğer hastaysan varsın, sağlıklıysan kayıp.. 

Bu anlayışı değiştirmemiz lazım..



dr.miralay
27.09.2016

22 Eylül 2016 Perşembe

Tıpta aşırı uzmanlaşma ve Aile Hekimliği

Tıpta aşırı uzmanlaşma ve Aile Hekimliği



   Teknolojik ilerlemeler günden güne artan bir hızda gerçekleşmektedir. Tabii ki bu gelişmelerden yakinen etkilenen sektörlerden birisi de tıp bilimidir. Globalleşmenin etkisiyle dünya; eski zamanlardaki birbiriyle dar sınırlar içerisinde sürekli etkileşim ve alışveriş içinde olan küçük köyler gibi bir köy halini aldı; "Global" bir köy. Bu globalleşme sayesinde tıp camiasında herhangi bir yerdeki gelişme artık tüm dünyanın hizmetine sunulması sağlandı, her yere en kısa sürede bilgi aktarıldı, böylece aynı konuda farklı yerlerde aynı araştırmanın sebep olduğu gereksiz zaman ve para kaybının önüne geçildi.

   Önlenen bu zaman ve para kaybı sayesinde yeni araştırmalara zaman ve imkan sağlanmaya başlandı. Hem teknolojik gelişmeler hem de bu globalleşmenin etkisiyle, tıp dünyası da çok hızlı gelişmeler gösterdi. Gelişen teknoloji sayesinde yeni cihazlar ile daha kolay ve daha doğru tanı konmaya, daha iyi tedavi imkanları elde edilmeye başlandı. Aynı zamanda bilginin elde edilmesi, paylaşılması ve saklanması da bir o kadar kolaylaştı.

    Bu kolaylık beraberinde yükler de getirdi. Yeni tanılar, yeni cihazlar ve yeni tedaviler gibi bilgi içeriği ve yükü çok büyük bir hızda bir çığ gibi artmaya başladı. Bu artan bilgi düzeyi tıpta uzmanlıklara bölünmeyi yani uzmanlaşmayı zorunlu hale getirmeye başladı. 100 yıl önce belki tıp ile alakalı 2 cilt kitap kadar bilgi birikimi mevcut iken, herhangi bir branşta herhangi bir hastalığa ait birkaç cilt kitap bulmak mümkündür. Bu kadar çok artan ve artmaya devam eden bilgi düzeyine hakim olmak kolay değildir ve uzmanlaşma zorunludur. Hatta artık yavaş yavaş neredeyse tüm uzmanlık branşlarında yandal uzmanlıkları da görülmeye başlandı. Örnek vermek gerekirse, eskiden herşeyden anlayan doktorlarımız vardı hemen hepsi pratisyen hekimlerdi. Sonra çocuk hastalarımızı çocuk uzmanlarına götürdük. Böbrek ve idrar yolları ile ilgili problemlerde ise artık pediatrik nefroloji uzmanlarına gitmekteyiz. Hatta pediatrik nefrologlar arasında hangi hastalıkta hangi pediatrik nefrolog daha iyi gibisinden araştırmalar da yapılmıyor değil. Uzman, daha uzman, daha spesifik uzman, en uzman döngüsü sürekli ve sürekli sınır tanımadan ilerlemekte..

   Tabii ki ileri uzmanlıklar gerekli ve olmalıdır. Tabii ki ihtiyaç halinde işin en spesifik uzmanına gidilmelidir. Ancak aşırı uzmanlaşmanın getirdiği bazı negatif özellikler de olmuştur. Çok çok spesifik derecede uzmanlaşma, hastaları artık birer birey değil birer organ ya da semptom (şikayet) olarak görmeye sebep olmaya başladı. Aşırı uzmanlaşma sonucu görme problemi olan hastalar sadece göz, karın ağrısı çeken hastalar sadece mide ya da idrar yaparken yanma şikayeti olan hastalar sadece idrar yollarından oluşuyor gibi değerlendirilmeye başlandı. Hastaların bizim alanımız dışındaki problemleri görmezden gelinmeye ve ilgi dışı bırakılmaya başlandı ve aynı zamanda diğer sistemler ile ilgili soru ve sorunları alan dışı olması sebebiyle belki de cevaplanmadı, cevaplanamadı. Belki de sırf bu aşırı uzmanlaşmalar yüzünden hastalar doğru yönlendirilemedi ve tanı almaları gecikti. Tam bu noktada hastaları bir bütün olarak değerlendiren bir branşa ihtiyaç duyuldu.

  Aslında bu sorun daha bu kadar aşırı uzmanlaşma yok iken, kendisi de doktor olan Dr. Francis Weld Peabody tarafından 1923 yılında farkedilmiş, daha o yıllarda aşırı uzmanlaşma sonucu hastaların ortada kaldığına, hastaları bir birey ve bir bütün olarak değerlendirecek bir uzmanlık branşının gerekliliğine dikkat çekmiştir. Aile Hekimliği Uzmanlığı gibi hastayı bir bütün olarak değerlendiren branşa olan ihtiyaç ilk defa böylece dile getirilmiştir. 

  Aile hekimliğinin 1974 yılında yapılan tanımına bakıldığında bu ihtiyaca uygun olduğunu görmekteyiz. Leeuwenhorst tarafından yapılan tanımlamaya göre Aile Hekimi; hastaları yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmadan onlara kişisel ve sürekli temel sağlık hizmeti sunan uzman hekimlerdir.

   Topluma daha adil, daha etkin, daha faydalı sağlık hizmeti sunabilmek için, temel sağlık hizmetinin sunulduğu birinci basamak sağlık kuruluşlarında yani Aile Sağlığı Merkezleri'nde verilen sağlık hizmetinin daha çok güçlendirilmesi gereklidir. Aile sağlığı merkezleri hastaların her an ulaşabileceği, hemen her konuda onları değerlendiren daha önemlisi onları birer organ değil birer birey olarak değerlendiren aile hekimlerinin hizmet verdiği yerlerdir.  Aile Sağlığı Merkezlerinde verilen hizmetin güçlendirilmesi için yapılabilecek şeylerden en önemlisi bu temel sağlık hizmetinin mümkünse uzman hekimlerce yani Aile Hekimliği uzmanlarınca verilmesidir.

  Sağlık sisteminde bu yönde yapılacak bir düzenleme sayesinde belki de hastalar daha erken, daha kolay ve daha ucuz bir şekilde tedavi edilebilecek, hastalar bütünüyle değerlendirilip gerekli yerlere daha doğru bir şekilde yönlendirilebilecek ve aynı zamanda 2. ve 3. basamak hastanelerdeki hasta yığılmalarının önüne geçilmiş olacaktır. 





22.09.2016
dr.miralay


19 Eylül 2016 Pazartesi

Modern Tıbbın en büyük buluşu (!); Tele-Tıp, Medya-Tıp



Modern Tıbbın en büyük buluşu (!); Tele-Tıp, Medya-Tıp


   Toplumsal olarak çok büyük bir değişimden geçtiğimiz kesindir. Toplumumuz özellikle kültürümüz çoğu yönden büyük değişimlere uğramakta, toplumdaki bireyler olarak kişiliklerimizin toplumsal özellikleri yerini yavaş yavaş yerini bireysel özelliklere bırakmaktadır.  Daha bencil, daha egoist ve daha tatminsiz bireyler olmaya başladık ve bu durum günden günde daha da ilerlemektedir. 

   Şüphesiz bu değişimden sağlık algımız da nasibini almıştır. Eskiden sağlık talebi belki yaşamı sürdürebilecek ya da çalışıp para kazanabilecek kadar sağlıklı olma iken, gelişen zamanla bu talep sağlıkla ilgili bir sorun yaşamadan yani sağlıklı bir yaşam sürmeye yerini bırakmıştır. Olması gereken belki bu kadarıydı belki fazlasıydı bu tartışılır ama günden güne artan benci (ben-cil) düşünceler sağlık alanında da bu algı değişikliğini yeterli görmemeye başladı. Farkında olsak da olmasak da sağlık talebinde sağlıklı yaşam talebi yerini sonsuza dek yaşam, ölümsüzlük isteğine bırakmaya başladı. 

   Bu talebin gelişmesinde medyanın katkısı şüphesizdir. "Sağlıklı yaşamanın sırları, gençliğin formülü, uzun yaşamanın püf noktası" vb. dikkat çekici iddialarla, bencilliğimizi ve artan sağlık talebinin açığını fark eden bu açığı değerlendirmek isteyen umut tacirleri (bence gerçekten umut tacirleridirler) köşe başlarındaki yerlerini aldılar. Artan taleplerimiz karşısında emek harcama isteğinin de bir o kadar düşmesi bizleri fazlasıyla kolaycı insanlar yaptı. Okumadık, araştırmadık ve dahası medya araçlarından bize ne verildiyse ona inanmaya ve onları almaya başladık. Sormadan, sorgulamadan ulaşmak istediğimiz hedefe (aslında hangi hedefin bizim için en iyisi olduğuna inandırıldığımız hedefe) en kısa ve kolay şekilde ulaşmada hangi yolun bizim için en iyisi olduğunu söyleyenlere inanmaya başladık. Nitekim, bu tacirler tarafından -genç ölmenin sırrı- diye zehir satılsa (ki satılıyor) gerçekten genç yaşta ölmeyi sağlayacak zehirleri almaya yönlendirmekte. 

   Bir diğer konu da farkındalık. Sağlıklı yaşamda farkındalık adı altında, hayvansal gıdalar sağlıksızdır, kolesterol kötüdür, onu yeme bunu ye, şu ilaçlar bu bitkiler iyidir gibi yaklaşımlar, kişileri pek -hatta hiç- bilgili olmadıkları sağlık alanında çok yanlış yönlendirmeye sebep olmaktadır. Bu yanlış yönlendirmeler neticesinde sağlık taleplerinde büyük değişim olan kişiler kendisi için ne kadarının yeterli olduğunu ne kadarının doğru olduğunu bilmeden sorgusuz sualsiz bu yanlışlıklara direkt olarak uymaktadır.

  Bu durum umut tacirliğidir. Bunu yapanlar kesinlikle ve kesinlikle şarlatandır. Bu durum insanların bilgisizliklerinden yararlanarak onları dolandırmaktır. 

   Burada en büyük iş hekimlere düşmekteyse de, bireylerin sağlık algılarını yeniden şekillendirmeye de ihtiyaç vardır. Sağlık hizmetinin kimden talep edileceği, ne oranda ne zaman talep edileceği konusunda bilgilendirmeler yapılmalıdır. Doğru kişiye, doğru ilacı, doğru zamanda ve doğru dozda kullanılmasının sağlanması yani akılcı ilaç kullanımı bu noktada çok önemlidir. Tıp bilimi şarlatanların eline bırakılamayacak bir daldır. Kesinlikle ve kesinlikle sadece sağlık profesyonelleri tarafından bu hizmet verilmelidir. 

   Bu noktada şüphesiz iletişim çok önemlidir. Çoğu zaman birşeyin nasıl söylendiği ne söylendiği kadar önemlidir. İletişim konusunda sağlık çalışanları/profesyonelleri olarak iğneyi de çuvaldızı da kendimize batırmamız gerekmektedir.

   En temel fizik kanunlarından birisi şudur; Kainat boşluk kabul etmez! Eğer biz hekimler olarak, toplumun ihtiyaçlarını iyi tespit edemezsek, o ihtiyaçlara gerekli çözümleri sunmazsak ya da sunamazsak o boşlukları doldurmak isteyecek fırsatçılara meydanı bırakmış oluruz. Bu Tele-tıp, Medya-Tıp sorunu biraz da biz hekimlerin bu boşluğu bırakmasıyla olmuştur.

   Gerek mesleğini icra eden hekimlerimize gerek de tıp eğitimi alan öğrencilerimize bu konunun öneminin anlatılması gerekmektedir. Ancak böylece bu sorun çözüme ulaşacaktır.

   En kısa sürede bu bilinçle bilinçlenmemiz ümidiyle...



19.09.2016
dr.miralay

7 Eylül 2016 Çarşamba

Sir Luke Fildes ve "The Doctor" tablosu


Sir Luke Fildes ve "The Doctor" tablosu








   Hekimliği ya da farklı bir deyişle hekimlik sanatını anlatan en güzel tablolardan biri olan "The Doctor" tablosu, 1887 yılında Sir Luke Fildes tarafından yapılmıştır. Yapılışı hakkında farklı hikayeler olduğu düşünülmektedir. Bunlardan birincisi; Sir Luke Fildes, 1877 yılında en büyük oğlunu (Philip, 9 yaş) Tüberküloz (Verem) hastalığından kaybeder. Hastalık süresince oğlu için elinden geleni yapan doktorundan (Dr. Murray) etkilenişi ve kendi ev halini resmettiğidir. İkincin hikaye ise; Kraliçe Victoria' nın kendi kişisel hekimi Dr. Sir James Clark'ı ve hasta ev ziyaretlerinin resmedilmesinin istemesi sonucu bu tablonun yapılmış olduğudur. En çok kabul görülen ise bu iki hikayenin birleşimidir yani kendisinden tablo yapılması istenen Fildes, oğlunun başında sabahlayan doktoruna duyduğu saygıyı onu resmederek göstermiş olduğu düşüncedir.

   Bu amaçlardan hangisi ile yapılmış olursa olsun, "The Doctor" tablosu gerçek hekimliğin anlatımında resmedilmiş belki en güzel tablodur. Dikkatlice bakıldığında derme-çatma bir evde, hastanın ve -elinden gelecek birşey olmasa da- hastasını bırakmayan doktorun ön plana çıktığı, biraz daha geri planda yine elinden hasta çocuğu içi dua etmekten başka bir çaresi olmayan üzgün anne ile sol eliyle annenin sağ omuzunda kendi üzüntüsüne rağmen anneye teselli vermeye çalışan babanın resmedildiği bir tablodur. Tabloda yatak olmaması ve yatak yerine birbirinden farklı olarak resmedilmiş iki sandalye üzerine yatırılmış çocuğun bu görüntüsü o zamanki imkanları, sosyoekonomik koşulları anlamamız açısından da bizlere fikirler vermektedir. 

   Günümüzde artan hasta sayısı, hasta başına düşen zamanın azalışı bu gibi durumları sadece resimlerde görmemize neden olmakta. Hastayı dinlemeden, ona dokunmadan yani muayene etmeden mesleğin en önemli kısmı hep eksik kalmakta. "Şikayetin nedir?" dedikten sonra hastayı hemen tetkik için odadan göndermekle yine birşeyler eksik kalmakta.. 
  
   Buradan çıkacak belki en önemli sonuç; Mutsuz Hasta, Mutsuz Doktor, Mutsuz Sağlık Çalışanı.. 



07.09.2016
dr.miralay



5 Eylül 2016 Pazartesi

Filizlenen Tomurcuk



Filizlenen Tomurcuk

   Tıp fakültesine girdiğim 2003 yılından itibaren gerçekleştirmeyi düşündüğüm bir hayalim vardı. İnternet üzerinden ulaşılabilir olmak, sorulan sorulara cevap vermek ve topluma sağlıkla ilgili bilgi vermek gibi.. Fakültede yıllar geçtikçe bu hayalimden uzaklaştım. Aslında ilk derslerde hocalarımız tarafından bize söylenen bir söz vardı ve bu hayalimden uzaklaşma durumum da bu sözü doğrular gibiydi..

"Tıp fakültesine girdiğinizde Profesör olarak girer, Pratisyen olarak mezun olursunuz."

   Evet aynen öyle oldu, çok idealist bir şekilde, fakültede hoca olmak doçentlik-profesörlük hayalleri ile eğitimize başlamıştık. Ama uzun ve yorucu tıp eğitimi, fakültenin sonlarında mezun olsak da gitsek durumuna getirmişti çoğumuzu. Belki bu sebeple uzmanlık sınavına hazırlanmak bile istemedim bir süre ve belki bu yüzden uzmanlığımı geç kazandım. Yine belki de bu yüzden fakültenin ilk yıllarında kurduğum internet üzerinden ulaşılabilir olma, insanlara yardımcı olma hayallerim kayboldu..

   Kişisel olarak şu düşünceye çok inanırım. Zihninde birşeyi yapmayı aklından bir kere geçirmişsen, zihnine bir tomurcuk yerleştirmiş olursun. O tomurcuk belki bir belki 10 yıl sonra yeşerebilir. Evet bu konu ile ilgili Leonarda Di Caprio'nun oynadığı çok güzel bir film de var; Inception (Başlangıç). Nereden yeşerecek su buldu, nereden bir rüzgar esintisi aldı bilmiyorum ama yıllar önceki düşüncemi bir blog yazarak gerçekleştirme kararı verdim. İlk mesajımı da böyle yazmayı düşündüm :). Zaman zaman sağlıkla ilgili paylaşımlarda bulunup, takip eden olursa sorularını cevaplamayı istiyorum. Umarım gerçekleştirebilirim..

Sağlıcakla..  

05.09.2016
dr.miralay